6 Eylül 2017 Çarşamba

Wolfgang Borchert - Mutfak Saati

Kendilerine doğru yaklaştığını uzaktan görmüşlerdi, çünkü dikkat çekiyordu. Oldukça yaşlı bir yüzü vardı, ancak yürüyüşünden henüz yirmi yaşında olduğu anlaşılıyordu. Yaşlı yüzüyle yanlarına, banka oturdu. Ardından onlara elinde tuttuğu şeyi gösterdi.
Bu bizim mutfak saatimizdi, dedi ve bankta, güneşin altında oturan herkese sırayla baktı. Evet, ancak bunu bulabildim. Geriye bu kaldı. Elinde tabak gibi beyaz bir mutfak saati tutuyor ve maviyle boyanmış rakamlara hafifçe dokunuyordu.
Bir değeri yok, dedi, mahcup bir şekilde, bunu ben de biliyorum. Pek ahım şahım bir şey de değil. Beyaz boyasıyla sadece bir tabağa benziyor. Ama mavi rakamları oldukça güzel görünüyor bence. Kadranı tenekeden tabii. Ve artık çalışmıyor. Hayır. İçten bozuk, bundan eminim. Ama artık çalışmıyor da olsa her zaman göründüğü gibi görünüyor. Parmak ucuyla saatin kenarı boyunca bir daire çizdi ve kısık bir sesle: Geriye bu kaldı, dedi.
Güneşin altında, bankta oturanlar onun yüzüne bakmıyordu. Biri ayakkabılarına, bir kadın ise çocuğunun arabasına bakıyordu.
Sonra biri: Sanırım her şeyi kaybettiniz, dedi.
Evet, evet, dedi, sevinçle. Düşünün her şeyi! Sadece bu, geriye sadece bu kaldı. Sonra saati yukarı kaldırdı, sanki diğerleri saati daha önce hiç görmemiş gibi.
Ama artık çalışmıyor, öyle değil mi, dedi bir kadın.
Hayır, hayır, çalışmıyor. Bozuldu, biliyorum. Ama onun haricinde her zaman göründüğü gibi görünüyor: Mavi ve beyaz. Ardından saati onlara tekrar gösterdi. Ve en güzeli diye devam etti, heyecanla, size bundan henüz hiç bahsetmedim. En güzeli şu ki; saat tam iki buçukta durdu. Aksi gibi tam iki buçukta, düşünsenize!
O halde eviniz tam iki buçukta vuruldu, dedi adam ve alt dudağını büktü. Böyle olduğunu sık duydum. Bomba patladığında basınç nedeniyle saatler duruyor.
Saatine baktı ve düşünceli bir şekilde başını salladı. Hayır, bayım, hayır. Bu konuda yanılıyorsunuz. Bombalarla ilgisi yok. Hep bombalarla ilgili konuşmak zorunda değilsiniz. Hayır. Saat iki buçuk ile ilgili bilmediğiniz başka bir şey var. Esprisi tam da iki buçukta durmuş olması. Dördü çeyrek geçe ya da yedide değil. Ben eve hep iki buçukta gelirdim, gece yani. Neredeyse her zaman iki buçukta. Esprisi tam da bu ya! Diğerlerinin yüzlerine baktı, ancak kimse ona bakmıyordu. Başını sallayarak saatine döndü ve saatle konuşur gibi: Haliyle o saatte çok aç olurdum, değil mi? Hemen mutfağa giderdim ve saat de neredeyse hep iki buçuk olurdu. Sonra annem gelirdi. Kapıyı ne kadar sessiz de açsam o sesimi hep duyardı. Ve ben karanlık mutfakta yiyecek bir şeyler ararken ışık hep aniden açılırdı. Yün hırkası ve boynuna doladığı kırmızı şalıyla karşımda dururdu. Fayansla döşenmiş mutfakta öylece dururdu, yalın ayak. Gözlerini kısardı, çünkü ışık gözlerini alırdı. Gece olduğu için, haliyle öncesinde uyumuş olurdu.
Yine çok geç, derdi, başka bir şey söylemezdi. Sadece: Yine çok geç. Sonra bana yemem için ekmek ısıtır, yerken beni izlerdi. Ve fayanslar çok soğuk olduğu için ayaklarını birbirine sürterdi. Geceleri terlik giymezdi. Ve karnım doyana kadar yanımda otururdu. Ben odama geçip ışığımı kapattığımda onun tabakları yerleştirişini duyardım. Her gece böyleydi. Ve genelde iki buçuktu. Onun gece iki buçukta, benim için, mutfakta yiyecek bir şeyler hazırlamasını çok olağan bulurdum. Tamamen olağan. Bunu hep yapardı. Ve hiçbir zaman, yine çok geç, cümlesinden başka bir şey söylemezdi. Ancak bunu her seferinde söylerdi. Bunun son bulacağını asla düşünmezdim. Benim için o kadar olağandı ki... Hep böyle olurdu.
Bankta bir anlık bir sessizlik oldu. Sonra sessizce: Peki, şimdi, dedi ve diğerlerine baktı, ancak onlar ona bakmıyordu. Mavi beyaz, yuvarlak saate bakıp sessizce; şimdi, şimdi anlıyorum o anların cennet olduğunu, dedi. Banktaki sessizlik sürüyordu. Sonra kadın sordu: Peki, aileniz? Kadına mahcup bir şekilde gülümsedi: Ailemi mi soruyorsunuz? Evet, onlar da gittiler. Her şey gitti. Her şey, düşünebiliyor musunuz? Her şey gitti.
Saati tekrar yukarı kaldırdı ve güldü. Gülerek yalnız bu, bu kaldı, dedi. En güzeli de tam iki buçukta durmuş olması. Tam da iki buçukta. Sonrasında bir şey söylemedi.
Oldukça yaşlı bir yüzü vardı. Ve hemen yanında oturan adam ayakkabılarına baktı, ancak ayakkabıları görmüyordu. Sürekli cennet sözcüğünü düşünüyordu.


_


Wolfgang Borchert, 1921 yılında Hamburg'da doğdu. Tamamıyla antimilitarist bir dünya görüşü benimsemiş olmasına rağmen, Nazi dönemi Alman Ordusu tarafından zorla silah altına alındı. İlk cephe görevinde yaralandı ve difteriye yakalandı. Yine aynı dönemde, kendini çürüğe çıkarmaya çalıştığı gerekçesiyle yargılandı ve tekrar cepheye gönderildi. Birliği, Fransız birliklerine teslim olunca kaçmanın bir yolunu buldu ve Hamburg'a döndü. Ancak cephede yakalandığı hastalıklar o kadar ağırlaşmıştı ki; hiçbir zaman tam olarak ayaklanamadı. Doktorların kendisine bir sene ömür biçmesi üzerine, tüm zamanını öykü, şiir ve oyunlar yazmaya ayırdı. Bu dönemde, 2. Dünya Savaşı sonrasında Almanya'da oluşan Yıkım Edebiyatının (Almanca: Trümmerliteratur) en çarpıcı örneklerini verdi. 1947 yılında, 8 gün gibi kısa bir sürede tamamladığı Kapıların Dışında (Draußen vor der Tür)adlı tiyatro oyununun prömiyerinden bir gün önce, karaciğer hastalığının tedavisi için yattığı klinikte hayatını kaybetti. Kısa öyküleri, ölümünden sonra, Üzgün Sardunyalar (Die traurigen Geranien) isimli kitapta toplandı.

_

Özgün ismi: Die Küchenuhr (1947)
Çeviri: Yasemin Dindaş


1 yorum:

  1. sesli kitabı da varmış: https://www.youtube.com/watch?v=pX_vZ1Uq4iY

    YanıtlaSil