3 Ocak 2017 Salı

Wolfgang Borchert - Radi

Bu gece Radi geldi yanıma. Her zamanki gibi sarışındı ve yumuşak, geniş yüzü gülümsüyordu. Gözleri de her zamanki gibiydi. Biraz ürkek, biraz tedirgin. Yine çenesinde birkaç tel sarı sakalı vardı.
Her şey, her zaman olduğu gibiydi.
Sen ölüsün, değil mi, Radi, dedim.
Evet, diye cevap verdi, lütfen gülme.
Neden güleyim ki?
Ayaklarımı tuhaf bastığım için ve okul yolunda, tanımadığım kızlardan tanıyormuşum gibi bahsettiğim için arkamdan hep gülerdiniz, bunu biliyorum. Bunlara hep güldünüz. Ve biraz ürkek olduğum için. Bunu çok iyi biliyorum.
Ölümünün üzerinden çok zaman geçti mi, diye sordum.
Hayır, yeni öldüm, dedi. Ama kışın öldüm. Beni tam olarak gömemediler. Her yer donmuştu ya. Her yer taş gibi olmuştu.
Ah, doğru. Rusya’da öldün, değil mi?
Evet, hemen, ilk kış öldüm. Gülme, ama Rusya’da ölmüş olmak güzel değil. Her şey o kadar yabancı ki… Ağaçlar çok yabancı. Çok üzücü, biliyor musun?  Genelde gürgen ağaçları var. Yattığım yerde bir sürü, hüzünlü gürgen ağacı var. Ve taşlar bazen iç çekiyor. Rus taşları olmak zorunda oldukları için. Ve ormanlar geceleri çığlık atıyor. Rus ormanları olmak zorunda oldukları için. Ve kar çığlık atıyor. Rus karı olmak zorunda olduğu için. Evet, her şey yabancı. Her şey çok yabancı.
Radi yatağımın kenarında oturuyor ve susuyordu.
Belki her şeyden, orada ölmüş olmak zorunda olduğun için nefret ediyorsundur, dedim. Yüzüme baktı. Öyle mi dersin? Ah, hayır. Her şey korkunç derecede yabancı. Her şey. Dizine baktı. Her şey o kadar yabancı ki… İnsanın kendisi bile.
İnsanın kendisi mi?
Evet, lütfen gülme. Gerçekten öyle. Tam da insanın kendisi o kadar yabancı ki… Lütfen gülme. Bugün sana bu yüzden geldim. Bunu seninle konuşmak istedim.
Benimle mi?
Evet, lütfen gülme.  Özellikle seninle. Beni çok iyi tanıyorsun, değil mi?
Öyle olmalı diye düşündüm hep.
Olsun. Beni çok iyi tanıyorsun. Görünüşümü kastediyorum. Görünüşümden bahsediyorum, nasıl biri olduğumdan değil. Demek istediğim, nasıl göründüğümü çok iyi biliyorsun, değil mi?
Evet, sarışınsın. Dolgun bir yüzün var.
Hayır, söyleyebilirsin, yumuşak hatlı bir yüzüm var. Bunu biliyorum.
Evet-.
Evet, sürekli gülen, yumuşak hatlı ve geniş bir yüzün var.
Evet, evet. Peki gözlerim?
Gözlerin hep biraz, biraz hüzünlü ve tuhaftı.
Yalan söylemene gerek yok. Çok korkulu ve tedirgin bakan gözlerim vardı. Çünkü tanımadığım kızlar hakkında anlattıklarıma inanıp inanmadığınızı hiç bilmiyordum. Peki başka? Yüzüm pürüzsüz müydü?
Hayır, değildi. Çenende hep sarı birkaç sakal teli vardı. Görünmediklerini düşünüyordun. Ama biz hep görüyorduk.
Ve hep gülüyorduk.
Ve hep gülüyordunuz.
Radi yatağımın kenarında oturuyor ve avuç içleriyle dizlerini ovuşturuyordu. Evet, diye fısıldadı. Öyleydim. Tam olarak öyleydim.
Sonra aniden korkulu gözlerle yüzüme baktı.
Bana bir iyilik yaparsın, değil mi? Ama lütfen gülme, lütfen.
Benimle gel.
Rusya’ya mı?
Evet, çok çabuk gidip geleceğiz. Göz açıp kapayıncaya kadar. Beni hala bu kadar iyi tanıdığın için, lütfen.
Elimi tuttu. Buz gibiydi. Çok soğuk. Çok boş. Çok hafif.
Birkaç gürgen ağacının arasında duruyorduk. Yerde açık renkli bir şey vardı. Gel, dedi, Radi, orada yatıyorum. Bir insan iskeleti gördüm, iskeletlerin nasıl göründüğünü okuldan biliyordum. Yanında kahverengimsi yeşil bir metal vardı. Bu benim miğferim, dedi, Radi. Tamamen paslandı ve yosunla kaplandı.
Sonra iskeleti gösterdi. Lütfen gülme, dedi, ama bu benim. Anlayabiliyor musun? Beni tanıyorsun, söylesene, bu ben olabilir miyim? Sence olabilir mi? Korkunç derecede yabancı, değil mi? Bana benzer bir yanı yok, değil mi? Beni tanımak mümkün değil, değil mi? Ama bu benim. Ben olmalıyım, öyle değil mi? Ama anlayamıyorum. O kadar yabancı ki… Önceden olduğum hiçbir şeye benzemiyor. Hayır, lütfen gülme, ama her şey o kadar yabancı geliyor ki…
Koyu renkli toprağa oturdu ve üzgün bir şekilde yerde yatan bedenine baktı.
Bunun eskiden olduğum şeyle hiçbir alakası yok, dedi. Hiç, hiçbir alakası yok.
Sonra, yerden parmak uçlarıyla biraz toprak alıp kokladı. Yabancı, diye fısıldadı, çok yabancı. Toprağı bana uzattı. Buz gibiydi. Az önce bana dokunan eli gibiydi. Çok soğuk. Çok boş. Çok hafif.
Kokla, dedi.
Derin bir nefes alarak kokladım.
Nasıl?
Toprak gibi, dedim.
Yani?
Biraz ekşi. Biraz acı. Tam toprak kokusu.
Ama yine de yabancı, değil mi? Çok yabancı kokmuyor mu? Ve iğrenç, değil mi?
Toprağın kokusunu içime çektim. Soğuk kokuyordu, boş ve hafif. Biraz ekşi. Biraz acı.
Güzel kokuyor, dedim. Toprak gibi kokuyor.
İğrenç kokmuyor mu? Yabancı kokmuyor mu?
Radi korkulu gözlerle bana baktı. İğrenç kokuyor, baksana.
Kokladım.
Hayır, dünyanın bütün toprakları böyle kokar.
Gerçekten mi?
Tabii.
Bu kokuyu iğrenç bulmuyorsun, öyle mi?
Hayır, oldukça güzel kokuyor, Radi. İçine çekerek koklasana.
Parmak uçlarıyla biraz toprak alıp kokladı.
Bütün topraklar böyle mi kokuyor, diye sordu.
Evet, hepsi.
Kokuyu derin derin içine çekti. Burnunu, toprağı tuttuğu elinin dibine sokarak kokladı. Sonra yüzüme baktı. Haklısın, dedi. Gerçekten oldukça güzel kokuyormuş. Ama yine de yabancı. Bunun ben olduğumu düşününce yabancı. Yine de korkunç yabancı.

Radi oturmuş, toprağı kokluyordu. Beni unutmuştu. Toprağı kokluyor, kokluyor, kokluyordu. Yabancı sözcüğünü giderek daha az söylüyordu. Gitgide daha kısık bir sesle... Kokluyor, kokluyor, kokluyordu. O sırada, parmak uçlarımda uzaklaşarak eve döndüm. Saat sabah beş buçuktu. Evlerin bahçelerindeki karların arasından toprak görünüyordu. Ve ben, çıplak ayaklarımla, karlar içindeki koyu renkli toprağa bastım. Soğuktu. Boştu. Hafifti. Ve kokuyordu. Ayağa kalktım ve kokusunu derin derin içime çektim. Evet, kokuyordu. Güzel kokuyor, Radi, diye fısıldadım. Gerçekten güzel kokuyor. Gerçekten, toprak nasıl kokuyorsa öyle kokuyor. Huzurlu olabilirsin.  


_


Wolfgang Borchert, 1921 yılında Hamburg'da doğdu. Tamamiyle antimilitarist bir dünya görüşü benimsemiş olmasına rağmen, Nazi dönemi Alman Ordusu tarafından zorla silah altına alındı. İlk cephe görevinde yaralandı ve difteriye yakalandı. Yine aynı dönemde, kendini çürüğe çıkarmaya çalıştığı gerekçesiyle yargılandı ve tekrar cepheye gönderildi. Birliği, Fransız birliklerine teslim olunca kaçmanın bir yolunu buldu ve Hamburg'a döndü. Ancak cephede yakalandığı hastalıklar o kadar ağırlaşmıştı ki; hiçbir zaman tam olarak ayaklanamadı. Doktorların kendisine bir sene ömür biçmesi üzerine, tüm zamanını öykü, şiir ve oyunlar yazmaya ayırdı. Bu dönemde, 2. Dünya Savaşı sonrasında Almanya'da oluşan Yıkım Edebiyatının (Almanca: Trümmerliteratur) en çarpıcı örneklerini verdi. 1947 yılında, 8 gün gibi kısa bir sürede tamamladığı Kapıların Dışında (Draußen vor der Tür) adlı tiyatro oyununun prömiyerinden bir gün önce, karaciğer hastalığının tedavisi için yattığı klinikte hayatını kaybetti. Kısa öyküleri, ölümünden sonra, Üzgün Sardunyalar (Die traurigen Geranien) isimli kitapta toplandı. 
_


Özgün ismi: Radi (1947)
Çeviri: Yasemin Dindaş

Hiç yorum yok:

Yorum Gönder